Şekerin tatsız yüzü; “şeker sarkması”
Tükettiğimiz şeker hücrelerimize, cildimize ve tüm organlarımıza
meteor yağmurları gibi zarar veriyor. Bu zarar cildin elastikiyetinin,
sıkılığının, pürüzsüzlüğünün, ışıltısının, yani kalitesinin
bozulması anlamına geliyor. Şekerin suçu ise glikasyon ya
da şekerlenmeye neden olmak. Bu süreçte, kandan hücre içine
giremeyen şeker molekülleri vücudun tüm önemli proteinlerine
bağlanarak “ileri glikasyon son ürünleri” adı verilen zararlı
moleküller oluşturuyor. “Advanced glycation end product”ın
kısaltması olarak literatürde AGE olarak adlandırılan bu moleküller
cildimizin, diğer organlarımızın, iskeletimizin en önemli
destek proteini olan kollajene ve elastine zamk gibi yapışıyor.
Böylece, aynen güneşte kalan hortumun kuruyup parçalanması
gibi sertleşip kopmalarına neden oluyor. Kollajen liflerin sertleşip
esnekliğini kaybetmesi sonucu cilt kırışıyor, sarkıyor ve yaşlanıyor.
AGE’ler aynı zamanda yeni gelişen bebek kollajenlerin
üretilmesini de etkileyerek cildin onarım ve yenileme fonksiyonlarına
zarar veriyor. Sonuç olarak, kendini yenileyemeyen
cilt hızla yaşlanıyor.
Cildimizdeki glikasyon, aşırı güneş ışığına maruz kaldıktan
sonra da artar. Bu demek oluyor ki şekerli gıdalar tükettiğimizde
güneşten korunmaya daha fazla dikkat etmeliyiz, çünkü yaşlanma
hızı katlanarak artıyor. Glikasyonun ciltte neden olduğu
karakteristik ve fonksiyonel değişikliklere “şeker sarkması” deniyor.
Glikasyon sonucu oluşan zararlı AGE’lerin etkisini anlayabilmek
için erken cilt yaşlanması olan bir insanı gözümüzün önüne
getirelim: Cildinde yaşına göre yoğun kırışıklıklar, sarkma
vardır; cilt ışıltısını kaybetmiş, mat ve soluktur. Aslında günümüzde
AGE’lerin cilt yaşlanmasının kilit faktörleri olarak değerlendirilmesi
de bu şekilde açıklanabilir. Sigara içen bir insanın
yüzündeki sarı renk değişikliğini düşünün. Çünkü sigara hem
ciltte hem de vücuttaki oksidasyonu artırır; bağışıklık sistemini
baskılar.
Eken A. Cildime Neler Oluyor? Cilt Sağlığının İçten Dışa Yönetimi. 2. Baskı. İstanbul: Siyah Kitap; 2020. p.61